Bir Fincan Şeker
Her ne kadar klişe bir tabir olsa da “günümüz gençliği” eskisinden de tuhaf yetiştirilmeye başlandı. Sürekli değişen eğitim sistemi, girilen onca sınav, rekabet… Yeni nesli öylesine karanlık bir dünyaya sürüklüyor ki… Bir kesim anne-baba, maalesef ki çocuğunun kâğıt üzerinde aldığı başarıyı sağa sola hava atma malzemesi olarak kullanıyor ve bu niyetini, “Tüm bunlar senin geleceğin için yavrum. Falancayı geçmelisin ki en iyi yerlerde olasın” dublajıyla gizleyerek çocuğu ‘gaza getiriyor’. Cümlenin girişinde doğruluk payı olsa da, genelindeki anlam çok üzücü. Sürekli bu şekilde tetiklediğiniz çocuktan beklemeniz gereken şeyi söylüyorum: ders çalışıp girdiği sınavdan yüksek puan almaya çalışmak, bölüm birincisi olmak vs. Liseyi çevremdeki bu “boş” insanlarla geçirdim. Bir yerden sonra öylesine robotlaşmışlardı ki neredeyse isimlerini unutacaklardı! Sonunda senelerini feda ettikleri ve daha aşağısını büyük bir hayal kırıklığı olarak kabul edecekleri Boğaziçi’ne, ODTÜ’ye ve denklerine girmeyi başardılar. Fakat…
Bu kişiler mezun olduklarında nasıl bir tablo ortaya çıkacağını düşünebiliyor musunuz? Toplumumuz, akademik başarılarla donanmış fakat içi bomboş ve tamamen bencil insanlarda oluşan bir yığından daha fazlası değil. Ne hoş değil mi?
Haliyle, bu gidişe birileri bir dur demeli!
“Toplum” bir topluluk ismidir. Birden fazla kişiyi temsil eder. Biz de haliyle bu evrende tek başımıza yaşamıyoruz. Sağda solda ne olup bittiğini öğrenmek ve gerçekte olmasa bile hayattaki “komşularımıza” elimizden geldiğince yardım etmek insaniyet vazifemizdir. Emin olun, yarın bir gün onun külüne muhtaç kalacaksınız.
Gel gelelim “akademik tenekelerimiz” öyle çok gürültü yapıyorlar ki sesini duyurmaya çalışan onca insanın çağrıları yanıtsız kalıyor. Tabii sadece onları suçlamamak lazım. Size sokağa çıktığımda karşılaştığım bir manzaradan bahsedeceğim ve ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
Otobüsten iniyorum. En fazla on dört yaşındaki iki erkek çocuğu kavga ediyorlar. Biri diğerini nasıl “yenmiş” onu tartışıyorlar. Diğeri sesini yükseltiyor:
“Bir kere Liverpool’u ben alsaydım sen görürdün o zaman!”
Yüzümde şaşırmış bir ifadeyle Karanfil’e doğru yürüyüp bir çay içmek için oturuyorum. İki dirhem bir çekirdek kızlarımızın muhabbetlerine kulak misafiri oluyorum. Bu senenin modası kırmızıymış. Yandaki yeşilli nasıl da taponmuş. Zaten saçları kesin boyaymış. “İğrançmış, oha falan olmuş yani” !!!
Daha fazla dayanamayarak hesabı ödeyip çıktım.
Kaç çeşit insan var öyle değil mi? Hepsinin yetişme tarzları da ne kadar farklı. Bu kadar kayıtsız kalabilmeleri tamamen onların suçu değil, bir yere kadar anlaşılıyor. Fakat ben, belli bir yaşa gelmiş bireylerin kendini yetiştirebileceklerine ve sadece kendini değil etrafındakileri de düşünebilecek duruma gelebileceklerine inanırım.
Aslında bu madalyonun sadece bir yüzü. Sosyal duyarlılığın çok hoş örnekleri de var artık günümüzde. Mesela İzmir Belediyesi’nin yürütmekte olduğu “Abla-Ağabey-Kardeş Kampanyası”. 11 Ekim 2008–17 Ocak 2009 ve 21 Şubat–6 Haziran 2009 dönemlerini kapsayan bu kampanyanın son ayağında, gönüllü abla ve ağabeyler ellerine kırtasiye poşetlerini kaptıkları gibi 10 otobüslük bir kafileyle kardeşlerini ziyaret ettiler. Katılımcı sayısı gün geçtikçe artıyor ve ulaşılan kardeş sayısının 5000 olması hedefleniyor. Bu projenin amacı ise, üniversite öğrencileri olan gönüllü abla ve ağabeylerin kardeşlerine özellikle ders çalışma alışkanlığı ve sağlık başta olmak üzere eğitici bilgiler vermeleri ve bu yolla sosyal aktivitelerde yer almalarının sağlanması.
Gençleri bilinçlendirmeye çalışan bir başka sosyal grup ise “Gençlik Karavanı”. S&G YouTHere Gençlik Grubu, gençler tarafından ve gençler için kurulan, AB Projeleri vasıtasıyla hareketlilik fırsatları oluşturan ve gençlik projeleri hakkında rehberlik yapan bir gençlik bilgi ve tecrübe paylaşımı merkezi oluşturmak amacıyla çalışan bir grup. Çeşitli festivallere de katılan Gençlik Karavanı, gençlerle diyalog kurarak, gençlerin hem vakitlerini daha iyi değerlendirmelerini hem de kendilerini daha iyi yetiştirerek, zaman içinde ulusal ve uluslararası boyutta daha aktif birer vatandaş olabilmeleri konusunda gençlerle bilgi alış-verişinde bulunuyor. Onlara AB’nin gençlere sağladığı imkanlardan bahsediyor.
Komşularımızla iletişime geçmek bizim elimizde. Belki yarın, belki seneler sonra. Ama eninde sonunda imkanımız dahilinde kapılarını tıklayıp bir fincan şeker istemek yerine şu soruyu sormamız gerek belki de:
“Bir fincan şeker alır mıydınız?”
Ceren Korkmaz
16 Mayıs 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder